22 Ekim 2024 Salı

Lucid Dream.

Since this blog has been risen from its grave, here comes the first of the new posts. 

Lately, I have been experiencing these “dreams” that I know will never come true. Note to self: Acknowledge their “meaning, embrace the “worth”, and set them “free”..

Between sleep and awake state, where I’ll be waiting. 

#tinkerbell

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Ne çok olmuş yazmayalı. Zaman ne hızlı akıp geçiyor, istersen dur önünde, ellerini iki yana aç, engel ol bakalım.. Mümkün mü?

Bu aralar çok Cemal Süreya okuyorum, Turgut Uyar sonra ve Oğuz Atay.. Nasıl mutlu ediyor, anlatamam. Ve Cem Karaca dinliyorum, her dinleyişimde yeni bir şey hissederek.

Ne güzel şey hissedebilmek, anlayabilmek, anlatabilmek..


"Yapmacıksız bir yaşamı özlüyorum,
  Kurtuluşumuz şiirden falan gelmeyecek,
  Yaşamamızdan gelecek, gelecekse. "


demiş Turgut Uyar. Ne de güzel demiş. :)


16 Mayıs 2016 Pazartesi

Eski dost, yeni tanıdık.

Ah benim dostlarım.. Beni hayal kırıklığına uğratan dostlarım..Kulağımla duysam inanmam, gözümle görsem gözümdür yanılan, dostum değildir beni yanıltan dediklerime bir tane daha eklendi bak. 

Yaş ilerledikçe sepettekiler çoğalacak biliyorum da, yine de her seferinde sanki ilk kez başıma geliyormuş gibi üzülüyorum, ben de böyleyim işte ne yapalım.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

10 üzerinden

9.

Bu Mayıs güzel olacak, biliyorum.

25 Mart 2016 Cuma

Steady State

"Stabilizasyon bir muammadır azizim" demiştim zamanın birinde. Yükseldikten sonra, tepede kalmak da değil, plato çizmek bence mühim ve asıl zorlayıcı olan. Herşeye rağmen plato çizmek, stabil olmak, "steady state"'te kalmak zorlayıcı, ama başarabildiğini görmek daha güzel.

Keşfetmek güzel şey, özlemişim.

22 Mart 2016 Salı

Geçen şeyler

Uyuyunca geçer
Anlatınca geçer
Ağlayınca geçer
Kanayınca geçer
Öpünce geçer...

Bir de hepsini yapsan da hiç geçmeyen şeyler var; derdim belki eskiden. Ama biliyo musun, geçmeyen şey yok şu hayatta. Bir şekilde geçiyor, öyle ya da böyle. 

Çünkü herşey, zamanla geçer. 

Bunu bilir, bunu söylerim.

17 Mart 2016 Perşembe

16 Mart 2016 Çarşamba

Olasılık

Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi, sanki hep başkalarının başına gelir de biz uzaktan izlermişiz gibi yaşarken, her an ölebileceğini bilerek değil, ama hatırlayarak, yaşamak ne garip.

Kelimesi tam da bu, bi "garip". Hani hep bilirsin her an her şey olabilir diye ama, olasılığın artması belki de huzursuz eden. Kendim için de değil, en çok canımın içi sevdiklerim için endişe ediyorum. Ne olursa olsun, terk etmeyeceğim bu ülkeyi diyor bi tarafım, sesi kısık diğer tarafım da "Deli olma, kaç kaç kaç...". Ama o sesi kısık taraf da biliyor, benim bir "kaçak" olmadığımı ve onu asla dinlemeyeceğimi. 

31 Mayıs-1 Haziran 2013 günlerini düşünüyorum, o ruh halini, o kafayı düşünüyorum, o yokuşu hatırlıyorum,sırt çantamda pansuman malzemeleri, o geniz yakan kokuyu duyuyorum, bir şeylerin değişebileceğine dair içimde açan çiçekleri, o heyecanı; sonra seçimden sonraki akşamı düşünüyorum, yine mi diye bi yandan çöküp, bi yandan umutsuzluğa direnen halimi. 

Sonra "o adam"ın haykırışı geliyor aklıma, "bunların hiç biri bir genç kız hayatı etmez!!" diye yüreğinin en dibinden gelen sözleri eden adamı. 

Sonra şu fotoğrafa bakıyorum, bir tuhaf oluyor yine içim, acaba diyorum, geleceği bilseler bir şey değiştirirler miydi hayatlarında. Annelerini, babalarını düşünüyorum, içime bir düğüm daha atılıyor, ne yapabiliriz diye düşünüyorum, ne yapmalıydık diye..

Bilmiyorum işte, lanet olsun ki bilmiyorum, ve bu duygudan nefret ediyorum. Bu ara en çok düşündüğüm şey ölüm, ölmek, öldürülmek..hiç korku yok tuhaf bi şekilde içimde, sadece anlatılmaz  bir hüzün..Ne yapmalı diyorum sonra yine kendime, lanet olsun ki bilmiyorum. Beni en çok rahatsız eden de bu ya, ne yapacağını bilmemek. Öylece bir sigara yakıp düşünmek. 

Üzgünüm demek az. Sözlerle anlatılabilecek bir şey değil ki bu, anlatınca geçecek bir şey de değil. Öyle bir şey işte...

12 Mart 2016 Cumartesi

Sandalye, tahta kurusu, küçük prens(es).

Dıştan sağlam, şahane, parlak görünen ama bakınca görülmeyen ufacık bir tahta kurusu tarafından içten içe kemirilmiş bir sandalyeye oturmayı denediniz mi hiç? En ufak bir dokunuşta ayrılabilir parçalar, sonra bir marangoz gelir, toparlar, sonra bi daha kemirir kuru, bi daha dağılır sandalye,  bi daha toplanır, sonra bi daha, bi daha, bi daha..taa ki küçük ama yok edici tahta kurusu temizlenene dek. Sonra öyle bir toparlanır ki sandalye, feriştahı gelse devrilmez, yıkılmaz. 
Gerçekler ise şaşırtabilir.

Evet, bazen nasıl göründüğü daha önemli, ama asla unutulmamalı; hiç bir şey göründüğü gibi değil bu hayatta. Herşey hatırlandığı gibi. 

Gerçeklerin şaşırtabileceğini hep hatırlamak lazım.

İnsanları (ön)yargılamadan önce, Saint-Exupery'ye kulak vermek sanki; 

"Kişi ancak kalbiyle görür; göz hiçbir şeyin özünü göremez".