4 Aralık 2009 Cuma

Veni, Vidi, Vici!

Yet each man kills the thing he loves,
By each let this be heard,
Some do it with a bitter look,
Some with a flattering word,
The coward does it with a kiss...
The brave man with a sword!

Some kill their love when they are young,
And some when they are old;
Some strangle with the hands of Lust,
Some with the hands of Gold
The kindest use a knife, because
The dead so soon grow cold.





Oscar Wilde'in bu muhteşem şiirini ilk defa okuduğumda lise ikideydim, Hikmet Temel Akarsu'nun Rock-n Roman serisini okumaya yeni başlamıştım. Kitapların her birinde geçen "Kaybedenler Klubü" ve söylemleri yeni yetme bendenizi hemen etkisi altına almıştı..Bu şiirin ilk cümlesi de onlardan biriydi. ("Yoksa "every (wo)man kills the thing (s)he loves" mı olmalıydı doğrusu..") İsyanları, hayata boşvermişlikleri, en çok da "gitme" fikri. Eğer lise sonda ani bir kararla AFS sınavına girip "Ben Amerika'ya gideceğim!" diye tutturduysam, şimdi biliyorum ki o kitapların, daha doğrusu Kaybedenler Klubü'nün etkisi büyük.


Neden Amerika istemiştim ki,bu soruyu çok sordum sonraları kendime. Sanırım başka bir kıtaya gitmek, ulaşılması çok zor bi yerde olmak istedim. Sanki Avrupa'da o çok istediğim "özgürlük" hissini tadamam gibi geldi. Tek başıma kalmak, yapabilmek, başarabilmek, 17lik her kanı kaynayan "deli" kızın olduğu gibi "kendi ayaklarının üstünde durabildiğini en başta kendine kanıtlama çabası".. Yani şimdi düşünüyorum da, sen daha 18 yaşını bile doldurmadan aileni arkadaşlarını vs bırak, başka bir aileyle bir yıl yaşayıp orda bir okula git...Ne cesaret?!? Şu yaşımda atacağım ufacık adımlarda bile bir kaç kere düşünmeyi alışkanlık haline getirmiş olan ben, o zamanki cesaret isteyen kararımı bu kadar çabuklukla vermiş olmama şaşıyorum. Yine olsa yine giderim, o ayrı:)

Keşke o zamanlar bir blog açsaydım dedim geçen gün kendi kendime, her günümü olmasa bile hayatımı etkileyen her olayı yazsaydım; şimdi ki gibi sis bulutlarının arasından anılarımı seçmeye çalışmazdım o zaman. Ama sonradan ikokuldan kalma alışkanlığımla tuttuğum günlük geldi aklıma, kağıt kokusunu hissederek kalem tıkırtılarıyla yazı yazmayı çok severdim o zamanlar. Ama belli bir düzeni olmadı tabi ki, koşuşturmacaya dalıp bir süre sonra hayatımı kayıt altına almayı bıraktım, ya da 1-2 aylık aralar verdim. En güvendiğim, en yakın arkadaşlarıma, kardeşime gönderdiğim maillerdi ordaki hayatımı en saf haliyle anlattığım; onlar da gmail'in
in, yahoo account'umun out olmasına kurban gittiler malesef, bilmem kaç ay girmeyince inbox'ımın sıfırlanmasıyla kalakaldım. O zaman geriye ne kaldı? Mektuplar! İyi ki kağıda kaleme sarılmışım, iyi ki o zamanlar digital fotoğraf makinaları bu kadar yaygın değilmiş dedim işte o zaman.

Laptop'ımı hamile olması muhtemel (:=) bir hırsıza kaptırdığımdan beri elimden kayıp giden 6 yıllık üniversite hayatımın özeti fotoğraflarımın gidişine hala alışamamışken (yedeklemeyi hep "sonra yaparım" diye ertelemenin cezası) bir de hayatımın belki de en önemli yılının fotoğraflarını kaybetmeye bu yürek dayanmazdı herhalde!

Bir sene sonra bi dolu iyi-kötü fakat unutulmaz a
nıyı bavuluma sıkıştırıp, maksimum kendime güvenim ve beni klasik bir Türk kızına çeviren 12 kg fazlalığımla döndüğümde hayatımı bıraktığım gibi bulacağımı sandığımı hiç de öyle olmadığını gördüğümde şaşırarak farkettim.

Neyse, bir şiirden nerelere geldim..İnsan aklı işte, nerde bitirdiğini gördüğünde başlangıç noktana bakıp şaşırıyorsun bazen!

17lik ben, yanımda Türkler LA'de
tayfası (dönüşte geçirdiğimiz o muhteşem 3 gün sonrası kendimize taktığımız isim:),
bir yıllık maceralarımıza başlamadan hemen önce:




Before- After yapmak isterdim ama dönüş resimlerimiz benim fotoğraf makinemin azizliğine uğradı, zaten tombik ben'i ya da handanx5'i görmeye pek de bayılmıyorum:)



2 yorum:

Eylül, dedi ki...

:) somewhere over the rainbow.. bu cümle muhim, şarkısı pek güzel, filmse olağanüstüdür..

amerika ruyası, ben de 16 yaşımda yaptım, gittim okudum geldim. Simdi alakasız bi noktadayım garip,, hayat cok garip..

Jokella dedi ki...

Dinlerken ben de başka dünyalara gidip geliyorum; şarkıyı ve filmin sonunu düşündüğümde aklıma gelen tek kelime var: "Huzur"..

Sınavda jüridekilerden biri "AFS'li olmak biraz da yalnızlık demektir, döndükten sonra kimseye kolay kolay kendini anlatamazsın" demişti. Sanırım benimle benzer deneyimi yaşamış birini daha görünce çocukça sevinmemin nedeni bu:)

O bir senenin getirdiklerini götürdüklerinden çıkarıyorum, topluyorum, çarpıyorum..Sonuç; yüzümde kocaman bir gülümseme oluyor yaşadığım tüm zorluklara rağmen:)

Sanırım asıl zor olan gitmek, orda yaşamak değil de,döndükten sonraki adaptasyon süreci..